José Manuel Durão Barroso, Avrupa Komisyonu Başkanı, İstanbul Bilgi Üniversitesi'ni ziyaret etti


Bilgi Üniversitesi konuşması
İstanbul, 11 Nisan 2008

KALPLERİ VE ZİHİNLERİ KAZANMAK:AB/TÜRKİYE ORTAKLIĞI

Sayın Rektör,
Sayın Danışma Kurulu Başkanı,
Komisyon Üyesi Sevgili Arkadaşım Olli Rehn,
Sayın Mütevelli Heyeti Başkanı,
Profesörler,
Sevgili Öğrenciler,
Sevgili Dostlar,

Bugün, Bilgi Üniversitesi ve Santralİstanbul’un bu muhteşem ortamından siz değerli konuklara hitap etmek üzere burada bulunmaktan büyük onur duyuyorum. İstanbul gerçekten de son derece kozmopolit bir şehir. Buradaki bu platform görüyorum ki küresel sorunların tartışılmasına açılmış durumda, bu büyük bir açıklık göstergesidir. Artık her geçen gün daha da küreselleşen dünyada açıklık anahtar kelime haline gelmiştir. Küresel sorunlarımız olduğunu ve bunlara küresel çözümler bulmamız gerektiğini anlamak son derece önemlidir. Küresel güçlüklerle mücadelemizi dar bir bakış açısıyla değil aksine açık bir zihinle kazanabiliriz.

Bilgi, nispeten genç bir üniversite olmasına karşın farkını ortaya koyarak ülkedeki en iyi üniversitelerden biri haline gelmiştir. Bilgi Üniversitesi bir yandan ülkenizin zengin tarihi ile derin bağlarını korurken bir yandan da ileriye bakmaktadır. Bilgi, Türk toplumu üzerine ve geleceğin vaaddettiklerine ilişkin entelektüel tartışmaların yapılmasını sağlaması ile bilinen bir Üniversitedir. Bilgi Üniversitesi’nde, özellikle de sanayileşme sonrası kentsel değişimin mükemmel bir örneği olan Santral İstanbul yerleşkesinde öğrenci olmak eminim çok keyiflidir.

Aslında ben üniversitenizin misyon açıklamasını okudum ve açıklık, özgür düşünce ve modernitenin değerlerine olan bağlılığınızdan oldukça etkilendiğimi belirtmek isterim. Özgürlük, dayanışma ve barışı tehdit eden kökten dincilik, aşırı milliyetçilik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve her türlü popülizmin örneklerini gördüğümüz günümüzde bu değerlerin her zaman olduğundan çok daha gerekli olduğunu düşünüyorum. Avrupa Birliği’nde de görmek istediğim değerler işte bunlardır.

Geçen yıl Avrupa Birliği’nin 50. yıldönümünü kutladık. AB de uluslararası platformda nispeten genç bir siyasi aktördür. Öte yandan elde ettiği başarılar son derece etkileyicidir.

Ulus devletler arasında yaşanan derin entegrasyon sayesinde savaş ve karşılıklı nefretle örülü bir geçmişi geride bıraktık. Robert Schumann, Konrad Adenauer, Jean Monnet, Alcide de Gasperi gibi kurucularımızın uzun vadeli vizyonları sayesinde uzlaşma, barış, demokrasi ve özgürlüğe dayalı yeni ve daha iyi bir Avrupa siyasi düzeni oluşturduk.

Başarılarımızla gurur duyuyoruz.

Ve geleceğimizi bu başarılar üzerine kuruyoruz.

21. yüzyılın sorunlarına Avrupalılar nasıl çözüm bulmalı diye düşündüğümüzde Avrupa Birliği buna en güzel cevaptır. Küreselleşen dünyada iklim değişikliği, güvenlik ya da güvenliği tehdit eden unsurlar, uluslar arası terörizm, salgın hastalıklar ve enerji güvenliği gibi çeşitli sorunlarla karşı karşıyayız. Ve şu çok açıktır ki Avrupa’daki en büyük üye ülkeler bile tek başlarına bu sorunlarla mücadele edecek araç ve donanıma sahip değildir. Fakat hep beraber olduğumuz taktirde yalnızca Avrupa için değil tüm dünya için bir farklılık yaratabiliriz. Kendi menfaatlerimizi korumak üzere katkıda bulunarak aynı zamanda daha büyük ölçekte ortak değerleri geliştirebiliriz. Ve bana kalırsa küreselleşme sürecinde demokratik yönetişimin en başarılı örneğini sergilediği için Avrupa Birliği ile gurur duyabiliriz.

Örneğin genişleme sürecine bakalım. Avrupa Topluluğu 50 yıl önce 6 ülke ile kurulmuştur. Şu anda kendileriyle ve tarihleriyle gurur duyan 27 ülke olduk. Tabi ki milli duygularımız var fakat aynı zamanda kendi vatandaşlığımıza ortak Avrupa vatandaşlığını katabileceğimizi kabul ediyoruz. Ayrıca Avrupa Birliğine üye olmak üye ülkelerin kapasitelerinin azaltılması anlamına gelmez. Aksine tek bir Avrupa ülkesi olarak yapabileceklerimize ilave edebileceğimiz bir değerdir.

Bugün artık Avrupa Birliği’ne daha fazla saygıyla yaklaşılmaktadır çünkü Amerikalı dostlarımızla, Rus, Çinli ya da Hintli ortaklarımızla konuştuğumuzda dünyanın bir numaralı ekonomisini temsil eden bir grup ülke ile konuştuklarının farkındadırlar. Gerçekten de ülkelerimizin toplam GSMH’sı dünyanın en büyük ticaret ortağı, en önemli ihracat gücü ve ilk kalkınma yardımı sağlayan donör ülkesi ABD’den daha fazladır. Bu nedenle de Birlik önemli bir ekonomik, sosyal ve siyasi bir projedir.

Bu da birbirini izleyen genişleme çalışmalarıyla en az beş ayrı genişleme dalgası ile gerçekleştirilmiştir. Ve bu genişleme dalgası Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında işbirliğinin derinleştirilmesiyle uyumlu olarak ortaya çıkmıştır. Bu da demokratik dönüşüm ve demokrasinin konsolidasyonunu sağlayarak Avrupa’daki ülkelerin bir dönüşüm sürecinden geçmelerine yardımcı olmuştur.

1974 yılına kadar demokratik olmayan bir rejim ile yönetilen kendi ülkem Portekiz’den örnek verebilirim. Avrupa Birliği’ne üyelik beklentisi demokratik bir rejimi benimsemenin bir yolu olarak görülmüştü. Portekiz hakkında söylediklerim İspanya veya Yunanistan ve Güney Avrupa’nın diğer demokratik ülkeleri için de geçerlidir. Aynı şekilde, halen totaliter sistem sonrası bir dönemden geçmekte olan Orta veya Doğu Avrupa ülkeleri için de geçerlidir. Bu ülkeler Avrupa’yı yeni demokratik ülkelerini, yeni demokratik rejimlerini pekiştirmenin bir yolu olarak görmüştür. Bugün bu ülkeleri barış, özgürlük ve demokrasi değerleri etrafında birleşmiş olarak görüyorsunuz. Bu ülkeler bir süre öncesine kadar bağımsız olmayan Baltık Ülkeleri gibi artık bağımsız olmakla gurur duymaktadır. Artık Birliğin bir parçası olan bu ülkeler, merkezinde bu değerleri barındıran ortak bir programa katılmaktadırlar.

Bugün, Türkiye genişleme gündemimizin bir parçasıdır. Ortak amacımız Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne üye diğer ülkelerle eşit haklar ve eşit görevlere sahip bir tam üye olmasıdır.

Hem AB’ye üye ülkelerin bazılarında hem de Türkiye’de birçok kişi, ilişkimizde zaman zaman iyi gitmeyen noktalara, karşılaşabileceğimiz kısa süreli sorun ve güçlüklere odaklanmaktan hoşlanmaktadır. AB’de Türkiye’nin üyeliğe hazır olmadığını söyleyenler olabildiği gibi Türkiye’de de, günün sonunda AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeyeceğini ya da Türkiye’nin Birlik dışında kalmayı isteyeceğini söyleyenler olabilir.

Bu insanlara şunu söylemek istiyorum; bugünümüz ve geleceğimiz iç içe geçmiş durumdadır. Bana kalırsa Türkiye ile Avrupa Birliği’nin ortak bir kaderi paylaştığı son derece açıktır. Bir arada olmak ve ortak bir geleceği paylaşmanın hem AB hem de Türkiye’nin menfaatine olduğu son derece açıktır.

Aramızdaki yakın ilişkilere üç tane örnek vermek isterim.

Ekonomilerimiz ve ticaretimiz birbirine son derece bağımlıdır. Türkiye ve AB arasında 1995 yılından bu yana Gümrük Birliği devam etmektedir. AB, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı; Türkiye ise Hindistan veya Kanada gibi ülkeleri geride bırakarak AB’nin en büyük yedinci ticaret ortağı olmuştur. Yalnızca dört yıl gibi kısa bir sürede AB’nin Türkiye’ye yaptığı yatırım miktarı 2002’de yarım milyar dolardan 2006 yılında 15 milyar dolara çıkmıştır. Dinamik büyüme hızıyla Türkiye’nin yüzyılın ortalarında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer almasının beklendiği dikkate alındığında, bu karşılıklı bağımlılığın da artacağı kaçınılmazdır.

Dış ve güvenlik politikaları bakımından da Türkiye zaten AB ile omuz omuza önemli rol oynamaktadır. Türkiye çevresindeki bir çok komşu ülkeyle verimli ilişkiler kurmuştur. Türkiye gerçekten de son derece önemli bir konumda bulunmaktadır ve Balkanlarda, Orta Doğu’da ve diğer bölgelerde önemli rol oynamaktadır. AB ile Türkiye daha sağlam ve güvenli bir dünya için işbirliği yapmaktadır. Türkiye, dış ve güvenlik politikasında Avrupa için özellikle de NATO üyesi bir ülke olarak kilit öneme sahip bir ortaktır. Ortak komşularımızla ilgili sorunların ele alınması amacıyla Türkiye’nin sorumlulukları gelecekte artacaktır.

Enerji alanı karşılıklı bağımlılığımıza üçüncü örnektir. Türkiye Orta Asya ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya enerji tedariği konusunda önemli bir ortaktır. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, arz güvenliğinin arttırılması ve Hazar petrol rezervlerinin harekete geçirilmesinde önemli bir adımdır. Avrupa Birliği’nin enerji arzının çeşitlendirilmesi ve güvenliğinin sağlanması konularında karşılaştığı güçlükler dikkate alındığında Türkiye-AB işbirliğinin önümüzdeki yıllarda artacağı da kesindir.

Bunlar Türkiye ile AB’nin önümüzdeki yıllarda jeostratejik alanda kısa ve uzun vadeli karşılıklı menfaatlerinin bulunduğunu gösteren birkaç örnekti. Küreselleşmenin zorluklarıyla başetmek ancak birlikte hareket etmemiz halinde mümkündür.

Değerli konuklar,

Selefim Romano Prodi’nin Türkiye’yi ziyaret ettiği
2004 yılı başından bu yana, Türkiye’nin katılım sürecinde önemli yol katettik.

- Ekim 2005’te AB’ye Üye Ülkeler Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasına oy birliği ile karar verdiler.

- Ekim 2006’ya kadar 2.000’den fazla kamu görevlisi, Türkiye’nin üye olmak için uygulamak zorunda olduğu AB mevzuatını Komisyon ile tartışıp incelemek üzere Brüksel’i ziyaret etti.

- Sanayii politikası, istatistik, mali kontrol, sağlığın korunması ve trans-Avrupa ağları gibi önemli sektörleri kapsayan altı politika alanında detaylı müzakerelere başladık.
- 2008 yılının ilk aylarında Türk idari kurumları artan sayıda başlıkta ilerleme kaydetti. Bu da, yıl içinde daha fazla ilerleme sağlamamıza olanak verecektir.

Aynı zamanda Türkiye’de yürütülen AB’ye katılım öncesi programlarda yeni rekorlar elde edildi: 1,5 milyar Euro tutarındaki hibelerle bir dizi aktif operasyon uygulandı. Avrupa Yatırım Bankası her yıl bu miktara 2 ila 2,5 milyar Euro tutarında krediyi de eklemektedir. Bu programlar gümrükten ulaştırma standartlarının modernizasyonuna, gıda güvenliğinden atık su arıtımına, güvenlik güçlerine yönelik insan hakları eğitimlerinden kadın ve çocukların korunmasına kadar her alanda Türkiye’nin kapasitesini geliştirmektedir. Türkiye’nin politika ve kurumlarını AB standartlarına doğru geliştirmek üzere hep birlikte çalışmaktayız, ve bunun Türk vatandaşlarının iyiliği için yapıldığına inanıyorum.

İşte gerçek ilerleme budur.

Burada yalnızca siyasi, belirsiz kavramlardan değil gerçeklerden söz ediyoruz. Daha önce belirttiğim gibi Türkiye’ye yapılan yabancı yatırımların % 80’i AB’den gelmektedir. Bu sadece ticaret açısından önemli değildir, istihdam, ilk defa iş sahibi olacak gençlere iş imkanı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla yakın ilişkilerimizle hem Türkiye’de hem de Avrupa Birliği’nde yeni iş imkanları yaratmaktayız.

Öte yandan katılım müzakereleri mevzuata uyumun sağlanması ve mevzuatın uygulamaya konmasından ibaret bir teknik süreç değildir. Müzakereler ortak değerleri, ve hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları konularında ortak bir anlayışı temel almaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşmayı bir öncelik olarak belirlemişti. Bu da, Türk vatandaşlarının, şu anda bir çoğu Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkelerin vatandaşlarıyla aynı ölçüde özgürlük ve demokrasiden yararlanmalarının sağlanması anlamına gelmekteydi.

Türkiye, çok uzun bir yol katetmiş, geniş kapsamlı bir takım reformlara imza atmıştır. Bunların arasında ölüm cezasının kaldırılması; ‘işkenceye karşı sıfır tolerans’ politikası; ordunun üzerinde sivil hakimiyete yönelik tedbirlerin kuvvetlendirilmesi ve bunların yanısıra, Medeni Kanun ile Ceza Yasası’nın kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmesi çalışmaları sayılabilir. Yakın bir geçmişte de Türk Parlamentosu, gayrı-Müslim cemaatlere özgü sorunların çözümüne yönelik bir adım atarak, yeni Vakıflar Kanunu’nu kabul etmiştir.

Türkiye’nin Avrupa standartlarıyla tam uyumunun sağlanması için, önümüzde halen yapılması gereken pek çok şeyin olduğunu hepimiz biliyoruz. İfade özgürlüğü, reformların geciktiği bir alan olarak karşımızda durmaya devam etmektedir. Bu nedenle Ceza Yasası’nın 301. maddesinin değiştirilmesine ilişkin teklif verilmiş olmasından dolayı memnuniyet duyuyorum. Bu maddeye dayanılarak, şiddet içermeyen fikirlerini ifade eden Türk vatandaşlarına yönelik yüzlerce dava açılmıştır. Söz konusu değişikliğin Mecliste kabul edilmesi ve Avrupa standartları çerçevesinde uygulamaya konmasını bekliyoruz.

Türkiye’nin halen ilerlemeye ihtiyaç duyduğu alanlara yönelik uzun bir liste oluşturabilirim. Bu listede Ombudsman’ın oluşturulmasından, Sayıştay reformuna; sivil-ordu ilişkilerinden, yargı reformuna, kültürel haklar ve azınlık hakları, sendikal haklar, kadın hakları ve çocuk haklarını da içeren sosyal haklar da yer almaktadır.

Şu anda Türkiye’de ciddi bir siyasi tartışmanın süregeldiğinin bilincindeyim. Başörtüsü ve laiklik gibi konularda yapılan tartışmalar, Türk demokrasisi tarafından ele alınması gereken konulardır. AB katılım süreci, bu gibi tartışmalarda, tabii ki yol gösterici rol üstlenebilir. Ne var ki, daha genel kapsamıyla bakıldığında, AB’nin demokratik icapları, Türkiye’nin iç tartışmalarına anahtar olacak kadar açık ve nettir. Buradaki temel ölçütün, herkesin diğerinin inanç ve fikirlerine hoşgörü göstermesi olduğunu düşünüyorum.

Demokrasi tabii ki kurumlarla ilgilidir fakat aynı zamanda bir kültürdür; bir hoşgörü diyalog ve uzlaşma kültürüdür. Meclisteki siyasi güçlerle ya da toplumla platformlar oluşturma ihtiyacıdır. İşte bu demokrasi kültürüdür. Demokrasi bir dizi yasadan ibaret değildir. Demokrasi o toplumdaki tüm vatandaşlar arasında diyalog yaratılması suretiyle topluma aşılanması gereken bir ruhtur.

AB demokratik geleneğinin bir parçası olarak karşımıza çıkan bir diğer önemli unsur da bir uzlaşmaya varma ihtiyacıdır. Toplumun tüm kesimleri arasında güçlü bir siyasi tartışma ortamı ve toplumda bazı konularda anlaşmaya varma konusunda güçlü bir siyasi irade olmadığı takdirde, günümüzün karmaşık ve açık dünyasında hiçbir demokratik sistem gelişemez. Avrupa kurumları bu şekilde çalışmaktadır. Uzlaşı ve fikir birliği, günlük yaşantının ayrılmaz birer parçasıdır. AB’de uzlaşmaya varmanın ne kadar güç olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bugün 27 hükümetin yanı sıra bölgesel yönetimler, ulusal meclisler ve bazen bölgesel meclislerin de bulunduğu, ayrıca Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon’un da işeyişinde yer aldığı 27 ülkeyiz. Başkanlığını yapmaktan onur duyduğum Komisyon’da kimi liberal, kimisi muhafazakar ya da Hristiyan Demokrat, kimisi Sosyalist ya da Sosyal demokrat veya partisi olmayan 27 üye bulunmaktadır. Buna rağmen uzlaşı ve fikir birliği kültürü olduğundan her Çarşamba fikir birliğine varabiliyoruz. Farklı görüşlerden gelmemize karşın ortak menfaatimiz için sonunda bir karara varabiliyoruz. İşte demokratik gelişme dediğimiz zaman anlaşılması gereken de budur. Farklı görüşlere, tartışma ortamına ve zıtlıklara olan ihtiyaç. Zaman zaman bu siyasi tartışmalar son derece gergin ortamlarda yaşanabilmektedir fakat hiçbir zaman bazı temel ilke ve değerlerde ortak bir anlayışa varma ihtiyacının önüne geçememektedir. Bu nedenle ülkenizde devam etmekte olan tartışmayı büyük bir dikkat ve ilgiyle takip etmekteyiz.

Bu yalnızca ülkeniz için değil aynı zamanda bölge, Avrupa ve tüm dünya için son derece önemlidir. Nüfusun çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede gerçek bir demokrasi ve demokratik laikliğin var olabileceğini göstermek çok önemlidir. Çünkü dünyanın diğer bölgeleri için ciddi bir örnek teşkil edebilir, dünyadaki farklı siyasi kültürler ve medeniyetler arasındaki diyaloğa büyük bir katkı sağlayabilir. İşte bu nedenle bu tartışmada aktif olarak yer alan sizleri açıklık ve hoşgörü ruhuna katkıda bulunmaya çağırıyorum. Bu gerçekten de bizim Avrupa projemize, daha doğrusu ortak projemize - çünkü gerçekten bizim ortak projemiz olduğuna inanıyorum – somut bir katkı sağlamanın en iyi yoludur.

Hanımefendiler, beyefendiler,

Artık sözlerime son vermem gerekiyor.

Türkiye’nin katılımı, bir gün içinde başarılabilecek bir konu değildir. Bazen zor seçimler yapılmasını gerektirecek bazen de zorluklarla dolu bir yolculuk olacaktır. Fakat stratejik hedeflerimizi her zaman akılda tutmamız gerekir.

Bir kez daha ifade etmek isterim: Ben, AB ile Türkiye’nin, ortak bir kaderi paylaştığına inanıyorum.

Bugün her iki tarafa düşen asıl görev, katılım müzakerelerine yönelik kararlılıklarını devam ettirmektir. Bu konuda AB’nin kararlılığı kuvvetle devam etmektedir; bizler, bu görüşümüzü dün bir kez daha ifade ettik. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüştüm, Meclis genel kuruluna hitap etme onurunu yaşadım. Avrupa Komisyonu ve AB adına işte bu mesajı verdim. AB adına diyorum çünkü zaman zaman farklı görüşler ortaya çıksa da üye devletlerin tümü Komisyon’a kendileri adına müzakereleri yürütme yetkisi vermiştir.

Bununla birlikte, Türkiye’de yapılması gereken iç siyasi reform gereksinimi de önemini muhafaza etmektedir. Türkiye iç dönüşüm sürecini gayretle sürdürmelidir; bu şekilde, Türk vatandaşları, AB değerlerini, hak ve özgürlüklerini tam anlamıyla paylaşabileceklerdir.

Önümüzdeki en zorlu ödevlerden biri de hem Avrupa Birliği’nde, hem Türkiye’de, toplumun bütünü temelinde, Türkiye’nin Birliğe katılımı konusunda sağlanabilecek en geniş uzlaşıyı teşvik etmektir. Dün Ankara’da Meclis’te söylediğimi burada Bilgi Üniversitesi’nde tekrar etmek istiyorum. Bu süreç yalnızca hükümetleri ve diplomatları ilgilendiren bir süreç değildir. Hükümet ve diplomatların yanı sıra sizleri de ilgilendiren bir süreçtir. Sivil toplum içindeki tüm taraflar, üniversiteler, düşünce kuruluşları, iş çevreleri, sendikalar, STK’lar için yürütülen bir süreçtir. Birbirimizi ikna etmemiz gereken bir süreçtir. AB’ye tam üye olmanın Türkiye’nin menfaatine olacağı konusunda Türkiye’yi ikna etmemiz gerekmektedir. Türkiye’nin de böyle bir üyeyi aralarına almanın AB’nin temel menfaatleriyle örtüştüğü konusunda AB’yi ikna etmesi gereklidir. Tabii ki bu zorlu bir süreç olacaktır, geleneksel diplomasi veya geleneksel hükümetler arası ilişkilerin ötesine geçmemiz gerekir. Ben demokrasinin, açık toplumların ve açık siyasi tartışma ortamının gücüne inanıyorum. Bu değerlere güvenen bir üniversitede olduğumu biliyorum işte bu nedenle de Türkiye’nin ve AB’nin geleceğine gerçekten umutla baktığımı ve önümüzde özgürlük, dayanışma ve barış değerleri etrafında gelişen büyük ve ortak bir gelecek olduğunu söylemek isterim.

İlginize teşekkürler.