"Çok mecbur kalmadıkça kitapları her hangi bir ekrandan okumamaya çalışıyorum"
Dijitalleşme ile birlikte özellikle son 10 sene içerisinde sosyal medya hayatımızda ciddi bir yer kaplamaya başladı. İnsanların hayat tarzlarını büyük oranda etkileyerek yüz yüze sohbet etmenin keyfini mesajlaşmaya ve görüntülü konuşmaya bıraktı. Medyanın dijitalleşmesi ile birlikte aynı zamanda birçok alanda aktif olarak söz sahibi olma imkanının da doğması fikir beyan etme özgürlüğünü de beraberinde getirmesiyle birlikte, haberlere hızlı ulaşım, video izleyerek öğrenme gibi görselliğin cazibesi televizyon, gazete, dergi gibi geleneksel medyayı geri planda bıraktı.
Bu sayımızda BİLGİ İletişim Fakültesi Medya Bölümü, Yeni Medya ve İletişim Lisans Programı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aslı Tunç ile kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel medya ve yeni dönem dijital medya üzerine konuştuk.
Dijital medyanın gündelik hayatta yoğun bir şekilde kullanılması son yıllarda toplumların yaşam biçimlerini kökten değiştirdi. Bu değişimi değerlendirecek olursanız bunu daha çok olumlu mu yoksa olumsuz olarak mı değerlendirirsiniz?
Dijital medya özellikle 21. yüzyıl kent yaşam pratiklerinin vazgeçilmez bir unsuru haline geldi. Zaman ve mekan algımızın hızla değiştiği bu çağda dijital medya da yaşantımızın tam orta yerine yerleşiverdi. Sosyal bilimci olarak açıkçası beni keskin olumlu ve olumsuz sayılabilecek yönlerin ortasındaki gri alanları keşfetmek daha fazla cezbediyor. Bu gri alanların izini sürerken teknolojiyle farklı ilişkiler kuran iki kuşaktan yola çıkalım. Bir tarafta “dijital yerliler” diye tanımladığımız zaten bu ortamın içine doğmuş, dijitalleşmenin sunduğu tüm olanakları içselleştirmiş bir kuşak var. Diğer tarafta ise insanlar arası iletişimin zedelendiğinden, okuma alışkanlıklarımızın olumsuz etkilendiğinden, görsel bir dünyanın parlak imgelerinin peşine takıldığımızdan, derinlikten uzak yüzeysel bir dünyanın bireyleri haline geldiğimizden yakınanlar yani “dijital göçmenler” var; dijital teknolojiyi hayatlarına entegre etmekte zorlananlar, arafta kalanlar. Ben de o kuşağa ait biri olarak her ne kadar dijital medyaya direnç gösterip onu reddetmesem de olumsuz yanlarını net bir biçimde görebiliyorum. Yazılı kültürle, kağıtla olan ilişkimi zedelemesine içerliyorum mesela. Edebiyat sever biri olarak büyülü kelimelerin yerini görselliğin baştan çıkarıcılığının almasını ve dijital platformların yaşamlarımızı neredeyse işgal etmesini engelleyemiyorum mesela. Bir haber tutkunu olarak sosyal medya mecralarından her dakika haber takibini yaşantımdan atamıyorum. Oysa dijital yerliler için bu durum hayatın bir gerçeği. Dinamik hayatla, akışkan zamanla dertleri yok bu kuşağın. Uzun bir metin okumamayı, her türlü bilgiyi YouTube videolarından almayı, iletişimlerini emojilere indirgemeyi yüzeyselleşme olarak görmüyorlar. Bu elbette arafta kalan benim ve daha üst kuşağın bir ikilemi olarak kalmaya mahkum. Nesiller yenilendikçe ve toplumlar arası dijitalleşme uçurumu kapandıkça bu arafta kalma hali yavaşça ortadan kalkacak, silinecek. Dijital medyanın bence en güzel tarafı (en azından dünyanın bir bölümü için) bilgiye erişimi demokratikleştirmesi. İletişimi anlıksallaştırması, kitleleri birbirine yakınlaştırması, kaygı ve sevinçleri ortaklaştırması. Olumsuz yanları ise sanırım yukarıdaki satır aralarında gizli. Ancak bunlara ek olarak alçakgönüllü yaşantılarımıza devasa sorular sokması: Dijital teknoloji şirketleri özel bilgilerimizi topluyor mu? Başka şirketlerle ya da devletlerle paylaşıyor mu? İfade özgürlüğümüzü korumak bu şirketlere mi düşecek? vb. İnsan bazen sadece kitap sayfalarını çevirdiği, sakin, derinlikli 20. yüzyıl modernizmini özlemeden edemiyor.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte toplumun büyük kesiminin sosyal medya alanlarına dâhil olması medyayı 4. güç olarak düşünürsek daha da güçlendirdi mi yoksa zayıflattı mı sizce?
Sosyal medyanın pek çok gerçeğin halının altına süpürülmesine engel olması açısından önemli olduğunu ve kimi durumlarda adalet arayışına aracılık etmesinden ötürü kullanıcıyı belli bir güçle donattığını söyleyebilirim. Yargının aksadığı durumlarda toplumun sesi sosyal medya mecralarında daha gür çıkmaya başlıyor ve bu gruplar belli bir kamuoyu baskısı yaratabiliyor. Medyanın 4. güç olma hali ne yazık ki pek çok ülke için güzel bir hayal artık. Yurttaş adına siyasal yetkeyle mücadele eden, onları hesap verilebilir kılan ve onun hakkını Don Kişotvari koruyan ideal habercilik anlayışı medyanın şirketleşmesiyle çok gerilerde kalmış bir rüya bu zamanda. Sosyal medya bu anlamda belli bir açılım sağlıyor. Bu mecra da sonsuz bir demokrasi sunmuyor elbette. Günün sonunda buralar da kar amaçlı dev yapıların sunduğu platformlar. Ancak bireysel kullanıcılara haber süreçlerine dahil olabilmeyi, içerik üretebilmeyi, hiyerarşiden uzak güç sahiplerine ulaşabilmeyi, sosyal medya üzerinden kampanyalarla seslerini duyurabilmeyi ve farklı seslere ve haberlere erişebilmeyi mümkün kıldığı için de sosyal medya güçlü bir unsur. Ancak yine de bu mecraların yalanla doğrunun arasındaki net çizginin bu denli flulaşmasındaki olumsuz rolü yadsınamaz.
Günümüzde öğrencilerin medya kullanımını hakkında ne düşünüyorsunuz?
Günümüzde Z Kuşağına ait öğrencilerimiz dijital medyayı son derece yetkin kullansalar da bu mecraları analiz etmekte ve makro düzeyde irdelemekte zorlanıyorlar. Olumlu ve olumsuz yanlarını, derslerimizde olabildiğince sosyoloji, felsefe ve psikoloji alanlarındaki temel yaklaşımlarla harmanlayarak bilime çapalamaya çalışıyoruz. Aksi takdirde bu kuşak için medya kullanımının hızla tüketilen bir eğlencelik alışkanlığın ötesine geçememe riski var. Benim gözlemlediğim yazılı ve işitsel medya metinleriyle ilişkilerinin görselliğin cazibesiyle çok zedelenmiş olması. Öğrencilerimin geleneksel medyaya karşı haklı olarak müthiş bir güvensizlikleri var. Haber kaynakları neredeyse tamamen sosyal medyaya ve internet haber kaynaklarına endeskli.
Televizyon, sinema, dergi, gazete gibi geleneksel kitle iletişim araçlarının popüler olduğu zamanlara özlem duyuyor musunuz?
Ben kişilik olarak pek nostaljik biri değilimdir ancak iyi bir gazeteyi ve haftalık haber dergisini elimde tutma ve iştahla okuma konusunda özlem duyuyorum doğrusu. Örneğin ABD’de bulunduğum zamanlar internetten okumam pekala mümkünken gidip mutlaka basılı olarak The New York Times gazetesini, The Economist ya da New Yorker dergisini alırım. Onları katlaya katlaya okumak, çantamda oraya buraya taşımak çok hoşuma gider. Bir türlü Kindle’a alışamadım mesela. Çok mecbur kalmadıkça kitapları her hangi bir ekrandan okumamaya çalışıyorum. Televizyondan iyice uzaklaştığımı itiraf etmeliyim. Eski kaliteli sanat ve kültür programlarını, kaliteli tartışma programlarını özlüyorum. Aslında kaliteli içerik olsa televizyon izlerim yine. Sinema bence hala popüler. Pandemi bitsin tekrar salonların dolacağına inanıyorum. Ancak malum Netflix gibi dijital platformlar dizi ve film izleme pratiklerimizi tamamen değiştirdi.
Yıllar önce Marshall McLuhan “Araç Mesajdır” (Medium is the message) demişti. Bu sözü bugüne uyarladığımızda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Medya mecrasının içeriği tanımladığı, onun nasıl algılandığını biçimlendirdiği doğru. Bu çağda medya ekolojisinin lokomotifi hiç kuşkusuz dijitalleşme. Her ne kadar McLuhan teknolojik gelişmenin yaşamlarımızı tanımlayan en etkin unsur olduğuna vurgu yapmış olsa da kanımca hala içerik son derece önemli. Ancak her medya teknolojisinin farklı çağlara damga vurarak getirdiği kendine özgü alışkanlıkları, sorunları, felsefi sonuçları, estetiği ve düşünce şekli var. Örneğin radyo ile kurduğumuz ilişkiyle şimdiki podcast yayınlarını düşünelim ya da haber almak için ertesi günü beklediğimiz yazılı basınla sosyal medyanın haber tüketimimize getirdiği anlıksallığı. Bunun farklı psikolojik ve sosyolojik yansımalarını. Sıkışan zaman algımızı, kısalan odak süremizi, internetle metinlerarası okumaların hayatımızın kaçınılması olmasını ve daha pek çok temayı Marshall McLuhan’ın açtığı yoldan tartışabiliriz.
Sizin en sevdiğiniz iletişim aracı nedir?
Görselliğin çekiciliğine inat, sesin gücü ve büyüsü benim için vazgeçilmez. Nitelikli bir radyo yayıncılığı hala benim favorim sanırım.